29.03.2024
Turkish (Turkiye)English (United Kingdom)Russian (CIS)
“Çok Boyutlu Dış Politika ve Ekonomi Yaklaşımı Kurumsallaşmalı” PDF Печать E-mail
13.08.2010 15:03

İstanbul Sanayi Odası Dergisi’nce TASAM Başkanı Süleyman ŞENSOY ile yapılan röportaj metni.

Son ekonomik kriz sürecinde AB ülkelerine göre daha istikrarlı görünen finans sektörü, son aylarda sanayi üretiminde görülen kapasite artışı ve olumlu denebilecek bir hıza ulaşması beklenen büyüme oranıyla 17. büyük ekonomi olan Türkiye, gelecekten umutlu. Batı ülkelerinin bundan sonra varolan konumlarını koruma dönemine geçeçceğini söyleyen Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi (TASAM) Başkanı Süleyman Şensoy, sosyal ve ekonomik büyümenin pek çok sorunu çözeceğini söyledi ve “Bununla birlikte, millet ve devlet olmanın parametrelerine de dikkat etmek gerekiyor” dedi.


Son küresel krizden sonraki konjonktürde, gelişmekte olan ülkeler arasında Türkiye’nin konumuna dair saptamalar yapan Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi (TASAM) Başkanı Süleyman Şensoy, ülkenin önümüzdeki dönemde potansiyel vadettiğini söyledi: “Türkiye büyüklük açısından dünyanın 16 veya 17’nci ekonomisi konumunda. Genç nüfusa sahip, teknolojik gelişimini sürdüren bir ülke. Bununla birlikte orta teknoloji ürün gamına sahip ve daha çok gelişmiş ülkelere yapmış olduğu ihracata odaklı olarak sanayi stratejisi geliştiriyor; lisansla üretim yapıyor. Öte yandan Türkiye ekonomisi gelişmekte olan bir ülke olması, bulunduğu coğrafya ve konjonktürel durumu nedeniyle önümüzdeki dönem açısından büyük potansiyel vadediyor. Dünyadaki değişik gelişmeler de bunu teyit ediyor.” Sadece moral değerlerle ekonomiyi belli bir yere taşımanın mümkün olmadığını söyleyen Şensoy, devam etti: “Türkiye’nin birtakım parametreleri kazanması gerekiyor ve bu kazanım sürecini de ısrarlı bir şekilde ve toplumsal katılımla sağlaması gerekiyor. Çünkü Doğu geleneğinde çok başarılı yönetimlere ya da liderlere olan güven ve ihtiyaç, çoğu zaman aleyhte sonuçlanıyor. Başarılı bir yönetici, parti, hükümet toplumsal katılımı sağlamadan belli bir ilerleme kaydetmiş olsa da, halk katılımı olmadığı için ondan sonra gelen ve söz konusu sinerjiyi paylaşmayan bir başka yönetici ya da yönetim tarafından bu kazanımlar bir süre sonra kaybedilebiliyor. Türkiye’nin yakın tarihi bu anlamda birçok örnekle dolu.” Sermaye birikiminin oluşması ve çalışma çağındaki 49 milyon beş yüz bin kişiye istihdam sağlanabilmesi için ihracat ekonomisi olmak ve öncelikleri iyi belirlenmiş çok boyutlu politika izlemek zorundayız.

“Doğu, adeta kuralsızlığın kural olduğu bir anlayışla yönetiliyor”
“Dünyanın bugün geldiği noktada rekabet unsuru yapılan yatırımların ve geleceğe yönelik alınan kararların ne kadar doğru olduğu, bu kararların geri dönüşünün maksimize edilmesinde ne kadar başarılı olunduğuyla doğru orantılı” diye konuşan Şensoy, bu anlamda Türkiye’nin kamu kaynağı oranına da dikkat çekti: “Türkiye, yılda yaklaşık 275 milyar dolarlık merkezi bütçeyle birlikte kamu kaynağı harcayan bir ülke. Bu küçümsenecek bir kaynak değil. Dolayısıyla kamu başta olmak üzere stratejik yönetimin çok iyi ve bilinçli olması gerekiyor.” Kamu kaynakları harcamalarıyla küresel kriz arasındaki bağlantıya vurgu yapan Süleyman Şensoy, sözlerine şöyle devam etti: “Küresel krizin iki sebebi var. Bunlardan biri aç gözlülükle yapılan büyük hataların artık taşınamayacak hale gelmiş olması, ikincisi de dünyadaki güç dengelerinin Batı’dan Doğu’ya kayması. Dünyadaki iktisadi pasta sınırsız değil ve bu pasta hızla Doğu’ya doğru kayıyor. Doğu ise burada çok kuralsız, adeta kuralsızlığın kural olduğu bir anlayış içerisinde bu süreci yönetiyor. Bakıldığında, Çin’deki uygulamalarla gelişmiş ülkelerde Avrupa ve ABD’deki sistemin işleyişi arasında büyük fark olduğunu görüyoruz. Örneğin Çin çok agresif, sonuç odaklı, bazen hiç kural tanımaz şekilde sonuca ulaşmaya çalışıyor. Batılı ülkeler böyle bir kültür ve anlayışla yönetilmediği için, bu süreçte rekabet edemiyor. Ayrıca herkesin bildiği gibi istihdamdaki ucuzluk, Doğu açısından büyük avantaj.” Tüm bunlara rağmen gelişmiş ülkelerin ekonomik refah olarak görebilecekleri en üst noktayı gördüklerini söyleyen Şensoy, bu ülkelerin bundan sonra, yerlerini korumak ya da daha az bir hızla zemin kaybetmek üzere kendilerini programladıklarını belirtti: “Önümüzdeki 10 ya da 20 yıl sonra şu anda gelişmiş ülkeler olarak tabir ettiğimiz ülkeleri çok daha kötü durumda görebiliriz. Öte yandan onları bir süre daha üst sıralarda tutacak olan, insan kaynağına yapmış oldukları yatırım ve teknolojik birikimleridir. Bununla önümüzdeki 15-20 yıl daha kendi yerlerini korumaya çalışacaklarını söylemek mümkün.”

“Türkiye bölgesel güç haline gelebilir”
Süleyman Şensoy, dünyadaki değişen güç dengelerindeki farklılıkların Türkiye’yi nasıl etkileyeceğine ve Türkiye’nin bu değişimlerden kazançlı çıkıp çıkmayacağına dair şöyle konuştu: “Türkiye son on yıldan fazla bir süredir, dünyada dengelerin değiştiğini görmüş durumda. Artık dünya tarihinde, daha önce benzeri hemen hiç görülmemiş bir sistem ortaya çıkıyor. Benzer teknolojilere ve benzer donanımlara sahip çok kutuplu bir dünya güç sistematiğinin şekillendiği görülüyor. Gelişmiş Batı’da AB ve ABD, Doğu’da da Çin, Hindistan ve Rusya... Böylece en azından beş kutuplu bir dünyanın şekillendiğini görüyoruz. Bunların arkasından Brezilya, Meksika, Türkiye gibi potansiyel vadeden ülkeler geliyor. Önümüzdeki 10-15 yıl içerisinde bu durum tam tarif edilebilir hale gelecek.” Türkiye’nin bu fotoğrafta bir bölgesel güç olarak şekillendiğini söyleyen Şensoy, “Sermaye ve insan kaynağı birikimi gibi, değişik açılardan Türkiye’nin bir küresel güç olacağını iddia etmek biraz hayalperestlik olur ama ülkemiz güçlü bir bölgesel güç olabilir. Bunun yanı sıra belirli küresel konularda söz söyleyebilen bir ülke haline gelebilir” dedi ve devam etti: “Yine de bu konumun kazanılabilmesi için kat edilmesi gereken çok yol var. Çünkü biz Doğu gelneğinin verdiği duygusallıkla çok çabuk moral değerlere sarılan ve bunlarla belirli mesafeler kaydedebileceğimizi düşünebilen bir toplumuz. Oysa pragmatik olarak yerine getirilmesi gereken çok fazla şart var.”

“Türkiye çok boyutlu politikalar belirlemeli”

Türkiye’nin bölgesel güç olabilmesi için çok boyutlu bir politika belirlemesi gerektiğini vurgulayan Süleyman Şensoy, ülkenin hem iç politikada hem dış politikada hem de ekonomide bunu gerçekleştirmek için çabaladığını söyledi: “Ülkemiz Afrika, Asya, Latin Amerika- Karayipler gibi, mevcut Batı hattına ilave olan ülkelerde de siyasi ve ekonomik gelişmeler kaydediyor. Bu pazarlar henüz Türkiye açısından doygunluğa ulaşmadığı için yıllık yüzde 20-30’lar civarında, bazı ülkelerde ise yüzde 50’ler civarında ticaret hacmi artışına rastlanıyor. Bununla birlikte yaklaşık 10-15 yıl içinde bu pazarlarda, tıpkı Avrupa’da olduğu gibi, belli bir doygunluğa ulaşılacak ve ticaret hacmi yüzdeleri normal seviyelere düşecektir.” TASAM’ın Latin Amerika ve Karayiplerle ilgili yaptığı bir projeksiyonda 2023 yılı için Türkiye’nin 40 ila 70 milyar dolar arasında bir ticaret hacmine ulaşmasının mümkün olduğunu söyleyen Şensoy, “Bu rakam şu anda 6 milyar dolar” dedi. Afrika ile 3 milyar dolar civarında olan ticaret hacminin birkaç yıl içerisinde 18 milyar dolara kadar çıkarıldığını hatırlatan Şensoy, ekledi: “Bunun 100 milyar dolara kadar ulaşabilecek bir potansiyel var.”

“Öncelik sıralaması önemli”

Türkiye’nin bu çok boyutlu güç sistematiğini oluşurken dünyanın diğer bölgeleriyle ilgili önceliklerini doğru sıralaması gerektiğini vurgulayan Süleyman Şensoy, konuya dair şunları söyledi: “Avrupa Birliği üyeliği bizim için bir devlet politikasıdır ve birinci önceliktir. Bunu değiştirmek için şu anda makul bir sebep yok. Bu önceliği korumalı ve diğer öncelikleri bunun ardına sıralamalı, yani çok boyutlu bir politika izlemeliyiz. Türkiye şimdilerde bunu yapmaya çalışıyor ve çok da başarılı. Fakat bunu yaparken, ülkenin kurumsal altyapı noktasında çok ciddi eksiklikleri bulunuyor ve bunlar sadece devletin inisiyatifiyle ya da mevcut hükümetin istekliliğiyle sürdürülebilecek şeyler değil. Eksiklerin giderilebilmesi için hem sivil hem resmi, bütün kanalların etkin olarak çalışması gerekiyor.” Tüm bunlar başarılırsa Türkiye’nin bölgesel bir güç küresel aktör olarak Orta Doğu, Kafkaslar, Balkanlar’da söz sahibi olabileceğini belirten Şensoy, “Türkiye’nin Latin Amerika’daki bir sorunla ilgili belirleyici olması beklenemez. Bu ABD’den beklenir. Şu anda küresel güç olarak sistemini oturtmuş olan ülke ABD’dir. Diğerleri henüz onun peşinden gidiyor ve bu anlamda bir vizyon da sergilenmiş değil. Türkiye öncelikle kendi bölgesinde bir bölgesel güç olarak kabul edileceği parametreleri elde etmeli” dedi.

“Moral değerlere çok fazla güvenmek bizi yanıltıyor”
Ülkenin bölgesel güç olması için TASAM tarafından yedi parametre belirlendiğini açıklayan Süleyman Şensoy, bunların her birinin ekonomi temelli olduğunu söyledi ve devam etti: “Türkiye  bu yedi parametreyi ne kadar kazanmışsa o derecede bölgesel güç olacaktır. Aynı şekilde bu yedi parametreye ne kadar uzaksa, kat edecek o kadar mesafesi vardır. Söz konusu parametrelerden ilki dış ticaret açığının mümkünse olmaması, değilse minimize edilmesi, ikincisi bütçe açığının olmaması, üçüncüsü kamunun borç oranının yüzde 25’in altına çekilmesi, dördüncüsü Türkiye’nin orta teknoloji ürün gamına sahip olan bir ülke değil ileri teknoloji gamına sahip bir ülke olması, beşincisi savunma sanayisinde kendisine yetebilirlik ve mümkünse ihracat potansiyelinin olması, altıncısı barışçıl amaçlarla nükleer teknolojiye sahip olması ve yedincisi, gayri safi milli hasılasını kişi başına düşen milli geliri gelişmiş dünya ortalamasına yaklaştırması ve bunu da adaletli bir sistemle dağıtmasıdır. İşte biz bu parametreleri ne kadar gerçekleştirebilirsek iddialarımızın da içi o kadar dolu olur.”

Türkiye’nin Batılılar kadar pragmatik olamayacağını söyleyen Şensoy, duygusal olmaktan kaynaklı olarak moral değerlere çok fazla güvenmenin ülkeyi hep yanılttığını da sözlerine ekledi: “Dolayısıyla biz, pragmatiklikle duygusallığı orta bir yerde buluşturmalıyız. Sadece moral değerler ya da geçmişte ne olduğumuzu sürekli söylemekle bir yere gelemeyiz. Geçmişte bunu başaranlar o günün şartlarında, saydığımız parametrelere benzer atılımlar yaparak bunu başardı. Bizim de bugünün gereklerine göre moral değerlerimizi de koruyarak bunu başarabileceğimizi düşünüyorum.”

<<>>

“Gelecek endişesini kurumsallaştırmak gerekiyor”
Süleyman Şensoy, 2023 Vizyon çalışmasının hayati noktalarını kucaklayan TASAM projesinin detaylarından şöyle söz etti: “TASAM tarafından geliştirilen Türkiye’nin Stratejik Vizyonu 2023 Projesi, altı ana başlıkta 2023 yılında Türkiye’nin nerede olması gerektiğini öngörmeye çalışıyor. Bu anlamda da kamu üst yönetimi ve sivil toplum, medyayla da sürekli toplantılar yapıyoruz. Bu sürecin 2023’e kadar devam ettirilmesi planlanıyor.” Projenin altı ana başlığının “uluslararası ilişkiler”, “uluslararası güvenlik”, “iç siyaset”, “ekonomi”, “eğitim, bilim teknoloji” ve “kültür” olduğunu söyleney Şensoy, 2011’den itibaren sektörel ve bölgesel konulara da değinileceğinin bilgisini verdi. Süleyman Şensoy, projeyinin temel mesajının, “gelecek endişesini kurumsallaştırmış ve bunu bir hayat tarzı haline getirmiş bir devlet, toplum ve birey olmak” olduğunun altını çizdi: “Ülkenin hedeflerini tepeden tırnağa sahiplenmek, sadece kahramanlardan beklememek gerekiyor. Gelişmiş ülkelerde ülkelerin stratejileri belirlenirken önce siyasi hedef, buna bağlı olarak ülkenin ekonomi politikası, buna bağlı olarak sektör politikası ve nihayet buna bağlı olarak alt sektör politikası belirlenir. Dolayısıyla aşağıdan yukarıya ya da yukarıdan aşağıya bir uyumluluk vardır. Biz bu sistematiği henüz başarabilmiş değiliz. Çok fazla enerjiyi her alanda israf ediyoruz, herkes bir alanda, birbirinden kopuk bir şeyler yapmaya çalışıyor. Bu anlamda bir anlayış ve hedef birlikteliğine hem kurumsal olarak hem zihinsel olarak benimsememiz gerekiyor. Herkesin gayret içerisinde olması güzel ama herkes aynı yolu dolanarak aynı hedefe ulaşmaya çalışınca ortaya insan kaynağı ve enerji israfı çıkıyor.”

“Batı’daki ar-ge kültürü henüz Doğu’da tam oturmadı”

Türkiye’nin gelecek vizyonunda bilim teknoloji, inovasyon, ar-ge gibi yaratıcı düşüncelerin ne konumda olduğuna da değinen Süleyman Şensoy, araştırma geliştirmenin sadece bir kaynak değil bir kültür meselesi olduğunun altını çizdi: “1983’ten sonra Türkiye’de izlenen ekonomi politikaları çok faydalı sonuçlar doğurduğu gibi çok acımasız sonuçlar da doğurdu. Yaklaşık 25 yıl boyunca, dünyanın hemen hiçbir yerinde görülmeyen bir süreklilikle enflasyonist bir politika izlendi. Bu kadar ağır enflasyonist bir baskı altında sanayici beş, on, on beş ya da yirmi yıllık ar-ge projelerine kaynak ayırmak ve bunların dönüşünü beklemek gibi bir lükse sahip değildi. Fakat bundan sonra daha stabil bir ortam oluşacağını düşünerek ve dünyadaki gelişmeleri öngörerek hem devletin hem de özel sektörün, araştırma geliştirme faaliyetlerine daha çok hız verdiğini görüyoruz. Gelinen nokta, Doğu’da yükselen güçlerle Batı’daki geleneksel güçler arasında, Batı dünyası aleyhine bir dezavantajı ortaya çıkarıyor. Gelişmiş ülkelerde hem kamu sektörünün hem de özel sektörün aşırı borcu var. Yeni ortaya çıkan güçlerde ise Batı’ya oranla bu borçların çok daha az olduğu görülüyor. Sermayenin ve üretimin yer değiştirme sürecini hızlandıran bu durum ayrıca ar-ge’ye ayrılabilecek kaynaklar açısından da Çin-Hindistan ekseninin lehine. Bununla birlikte Batı’daki ar-ge kültürü, Doğu’da henüz tam olarak oturmuş değil. Çin, deneme yanılma yöntemiyle mesafe alıyor. Ayrıca Doğu’da yeni yükselen devletler henüz halklarına çok büyük bir refah ortamı sunabilmiş değil. Oysa Avrupa’da yahut ABD’de çok yüksek standartlar var fakat bu da sürdürülebilir değil. Gelişmiş ülkelerin bu durumu sürdürebilecek kamu finansmanını, özel sektörden gelecek vergilerden toplaması artık mümkün değil; en önemli konu da bu. Bu ülkeler kamu finansmanını borçlanarak sağlıyor. Harcadığı her iki birim paranın bir birimini borçlanıp kamu finansmanı sağlayan ülkeler mevcut. Bu ülkeler dünya konjontürü açısından bu finansmanı bir süre daha sağlayacak ama önümüzdeki beş-on yıllık dönemde bu finansmanın sağlanması mümkün gözükmüyor. Önümüzdeki beş-on yılın ne kadar acılı ya da acısız geçeceği, o alanda rol alan aktörlerin tutmuna bağlı.”

“Hedefler tutturulursa, diğer ülkelerden ilgi kendiliğinden gelir”
Türkiye’nin en önemli ihracat ortağı konumunda olan AB ile Türkiye’nin geleceği hakkında yorum yaparken çok geniş bir perspektiften bakmak gerektiğini belirten Şensoy, ülkenin ihracat hedefi ve dünya ticaretindeki gidişatı konusunda şunları söyledi: “Türkiye 2023 yılında 500 milyar dolar ticaret hacmi hedefliyor. Bu, bugüne kadar hep moral değerlerle seslendirilen bir durumdu. TASAM’ın projesinden sonra Türkiye İhracatçılar Meclisi 23 sektörde bu hedefin yakalanıp yakalanmayacağına dair bir strateji çalışması ihale etti. Özel bir şirkete ihale edilen bu araştırma sonucunda, 540 milyar dolarlık bir hedefin tutturulabileceği sonucu çıktı. Türkiye, eğer saydığımız yedi parametreyi güçlendirir, bir bölgesel güç olarak şekillenirse AB’nin Türkiye’yi üye olarak kabul edip etmemesi de önemli olmaz. Ama biz ‘Türkiye hata yapan taraf olmamalı, yükümlülüklerini yerine getirmeli’ diyoruz. Ayrıca Türkiye çok boyutlu dış politika ve ekonomi yaklaşımını sürdürebilirse bu alternatif pazarlarda yakalayacağı büyüme Avrupa’da kaybedeceği ivmeyi fazlasıyla telafi eder ki Avrupa’yı kaybetmesi için de bir sebep yok. Öte yandan 500 milyar dolarlık ticaret hacminin Avrupa’dan yakalanması da mümkün değil. Türkiye bir merkez güç olmayı başarabilirse, AB’de yaşanabilecek ekonomik istikrarsızlıktan ya da AB üyeliğinin olumsuz sonuçlanmasından sıfır zararla bile çıkabilir. Hatta diğer ülke ve bölgelerin Türkiye’ye olan ilgilerinin artması gibi bir sonuçla da karşılaşabiliriz. Önemli olan, Türkiye’nin koyduğu hedefler doğrultusunda ve toplumsal bütünlük içerisinde yürümesi ve değişen güncel olaylar karşısında doğru pozisyon alabilmesidir. Öte yandan bir ülke belli bir ticaret hacmine, ekonomik büyüklüğe, askeri ve siyasi güce ulaştığında, bunu ilan etmesine de gerek kalmaz. Zira bunu bilen, takip eden çok ciddi devlet yönetimleri var. Bunlar sağlandığında, birtakım ülkelerin söz konusu ülkeye olan ilgisi de kendiliğinden oluşur. Sağlıklı, sosyal ve ekonomik büyüme, birçok sorunu çözer. Fakat burada millet ve devlet olmanın parametrelerine de dikkat etmek gerekiyor. Belirli sektörlerdeki milli yüzdelik dilimlerin korunması, sektörel politikalarda doğru hareket edilmesi gerekiyor.”