Sunday, 05 May 2024
Turkish (Turkiye)English (United Kingdom)Russian (CIS)
TASAM Başkanı Süleyman ŞENSOY: 21. Yüzyıl Asya Çağı Olacak Print E-mail

‘Son dönemdeki gelişmeler için soğuk savaş ibaresi kullanılıyor, ben buna katılmıyorum. O dönemdeki soğuk savaş şartları şu an yok. Bu yeni dönemdeki dalgalanmalar, çok kutupluluk döneminin başlangıç sancılarıdır.’

Köklü geçmişi, güçlü devlet yapısı, kültürel birikimi ve zengin kaynakları ile dünya tarihinin geçmişten geleceğe uzanan vizyonunda çok önemli bir yere sahip olan Rusya, son dönemde Gürcistan’la yaşadığı gerilim ve bu gerilimin politik yansımalarının oluşturduğu tablonun yanında global ekonomik krizin de etkisiyle sıkıntılı bir süreç yaşıyor. Peki, bu süreç daha ne kadar sürecek? Bu sürecin sonunda Rusya’nın gücünden ve konumundan bir şeyler eksilecek mi? Yaşanan gelişmeler Türkiye’yi nasıl etkileyecek? Bu minvalde ve diğer zaviyelerden daha pek çok sorunun ortaya konulabileceğinin farkındalığıyla birlikte, Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi (TASAM) Başkanı Sayın Süleyman ŞENSOY’la görüştük. Şensoy, söz konusu coğrafyanın siyasal, ekonomik ve jeopolitik potansiyeline son derece vakıf bir isim. Bu sebepten dolayı oldukça verimli geçen söyleşimizin sizlere de farklı perspektifler kazandıracağını ümit ediyorum.

Putin’in yönetime gelmesiyle birlikte izlenen aktif dış politikanın yoğunluğunu daha çok doğu

LASİAD"ın (Laleli İş Adamları ve Sanayicileri Derneği) Yayın Organı LALELİ Dergisi Ekim 2008 tarihli sayısında TASAM Başkanı Süleyman ŞENSOY’un bir röportajı yayınlandı.

yarımküre oluşturmuştu. Bu doğrultuda Rusya’nın öncülüğünde pek çok bölgesel ve daha kapsamlı örgütler meydana getirildi. Özellikle Şanghay İşbirliği Örgütü ile önemli bir güç birlikteliği hâsıl oldu. Bu girişim ve oluşumlar Rusya’nın eski parlak günlerine dönme özleminden mi kaynaklanıyordu? ABD’yi küresel güç rolünde yalnız bırakmak istemediği kesin olan Rusya’nın yaptığı ve yapması muhtemel olan hamlelerin kısa bir analizini yapar mısınız?
Rusya binlerce yıllık devlet geleneği olan köklü bir ülke. 90’larda Sovyetler Birliği dağılana kadar da soğuk savaş sürecinde olan dünyanın iki kutbundan bir tanesi. Merkezdeki dağıtım politikasının bozulmasıyla birlikte Rusya da kendini küçülttü ve merkeze çekildi. Yani kendisinden çok sayıda bağımsız cumhuriyet doğdu. Rusya özellikle ideolojik olarak yerleşmiş olduğu bütün coğrafyaları kaybetti. Tamamen kendi kabuğuna geri çekildi ve yeniden bir toparlanma sürecine girdi.

Huntington, bir makalesinde Rusya’nın, çok milletli ve çok mezhepli bir ülke olmasından ötürü küresel bazda en mühim bölünük ülkelerden ( torn country ) biri olduğunu belirtiyordu. Hangi medeniyete ait olduğu konusunda tereddüt içinde olan halklar ve bunların bir arada tutularak ülkenin yönetilmesi…

Rusya’yı bir arada tutan bir ideolojiydi. Büyük devletlere baktığınızda, geçmişte bir Osmanlı İmparatorluğu, günümüzde Amerika, hiçbirinde tek ulusluluk yoktur, çok ulusluluk ve çok kültürlülük vardır ve bu çok kültürlülüğün rekabetinden büyük devletler doğar. Rusya bunu ideoloji temelinde örgütlemişti. Bu

TASAM Başkanı Süleyman ŞENSOY

komünizmdi. Ancak bu ideolojik sistem, ekonomik sistemle birlikte çalışamaz hale gelince yıkıldı. Bu sistemin tıkanmasıyla etnik yapılar şeklinde, elbette ki söylediğinizin de etkisiyle, dağıldı. Ama temelde onları bir arada tutan öğe komünizmdi. Ve Rusya etkinlik alanlarını kaybederek kendi coğrafyasına çekildi. Sonrasında Yeltsin döneminde yıkılmanın beraberinde getirdiği yozlaşmalar ve sıkıntılarla mücadele edilirken Putin döneminde de hızlı bir yükselişe geçildi. Rusya’nın düştüğü durumdan, işsizlik problemlerinden, vatandaşlarının farklı ülkelerde işçilik yapmasından, ahlaki açıdan sorgulanır meslekler edinmelerinden rahatsız olan bir Putin dönemine geçildi. Bu tür büyük devletlerin yıkılışı çok hızlı olabildiği gibi toparlanışı da çok hızlı olabiliyor. Bu sahip olduğu dinamizmden kaynaklanıyor. Rusya’nın bu kadar çabuk toparlanmasına yardımcı olan dış etmenler de; Amerika’nın 2001’le birlikte uygulamaya başladığı yanlış dış politikalar ve yine bu yanlış politikalara bağlı olarak yükselen enerji fiyatları oldu. Bütün devletlerin mantığında olduğu gibi hiçbir ülke kendi arka planını sağlama almadan açılım yapmaz. Rusya, Çin’le birlikte oluşturduğu Şanghay işbirliğini, sınır güvenlik teşkilatından uluslararası bir güvenlik teşkilatına dönüştürdü. Ve enerji alanında Türkiye dâhil olmak üzere Avrupa’yı, Çin’i, Hindistan’ı hatta Japonya’yı kendisine bağımlı hale getirecek bir enerji politikası güttü. Böylece bu süreçte elini güçlendirmiş oldu.

Rusya’nın bu politikalarında Avrasyacılık idealinin ve Amerika’yı tek küresel güç olma yolunda yalnız bırakmak istememesinin etkisi olabilir mi?

Büyük devletlerin idealleri hiçbir zaman bitmez. Gerçekleşmeseler de bitmez. Bu, ülkelerin dinamizmini ve direnç kabiliyetini güçlendiren bir olgudur. Gizli veya açık her ülke için bu vardır. 19. yüzyıl Avrupa çağıydı. 20. yüzyıl Amerika çağıydı. 21. yüzyıl ise Asya çağı olacak ve oluyor. Bunun gerçekleşme sebeplerinden bir tanesi, Batı Avrupa ve Amerika merkezli ekonomik kültürel sistemin tıkanmasıdır. Ahlaki ve toplumsal olarak büyük bir erozyona uğramasıdır. Bir diğeri de doğanın bir gereği olarak her varlığın bir ömrünün olduğu gibi, Avrupa ve Amerika’daki bu sistemin de teknolojik üstünlüğünü korumakla birlikte yaşlanmış olmasıdır. Ve Asya’nın enerji kaynakları üzerindeki tartışılmaz hakimiyeti de bu süreci hızlandırıyor. 1979’dan sonra Mao’nun öncülüğünde başlatılan dışarı açılım projesi de önemli bir etken oldu. Bu noktada Rusya, konjonktürü yine iyi değerlendirdi. Bana göre Çin’in dünya siyasetinde daha fazla artısı olmasına rağmen, nüfusu başta olmak üzere, Rusya, geleneksel devlet politikasının güçlülüğünden dolayı şu anda dünya siyasetinde daha etkili. Çin, kafasındaki büyüme planı gerçekleşinceye kadar bu alandan oldukça uzak duracak gibi görünüyor.

Sizce neden böyle davranıyor?

Kafalarındaki hedefi bilmiyoruz. ‘GSMH’yi şu rakama getirene kadar karışmayacağım’ gibi bir düşünce olabilir. Çünkü dünya siyasetine karışmak, ekonomik manipülasyon gibi birtakım riskleri içeriyor. Çin bir süre daha bu agresif, ihracat odaklı ekonomik büyümesini sürdürmek istiyor. En son Kafkasya’da yaşanan olaylar sonrasında da mümkün olduğunca tarafsız davranmaya çalıştı. Çin, ihracat odaklı politikalarının sonucunda Amerika ve birçok ülkeye ve de dünya sistemine bağımlılığının farkında olarak dünya siyasetinde sessiz bir duruş içerisinde. Bu da, Almanya’nın 1870’lerde dünya sahnesine çıkmadan önceki politikalarıyla oldukça benzerlik gösteriyor.

Türkî Cumhuriyetlerle olan ilişkilerde Rusya hangi argümanları kullanıyor? Bu cumhuriyetlerin zihni anlamda Rusya’ya hala bağlılıkları var mı? Yoksa ekonomik kazanımların etkisiyle gerçek anlamda var olma yolunda mı hareket ediyorlar?

Rusya’nın orada yapmış olduğu birçok yanlışla birlikte, birçok katkısı da var. O bölgelerin eğitim seviyelerini oldukça yükseltti. Siyasetten uzak durmak kaydıyla bilim, sanat, spor gibi alanlarda sağlam bir altyapı oluşmasını sağladı. Bu bağlamda Rusya’nın, kendisinin hâkim olduğu dönem içerisinde o coğrafyanın kurumsallaşmasına çok ciddi katkıları oldu. Bu bağlamda sadece ideolojik yaklaşımlarla, Rusya’nın yaptığı hiçbir olumlu katkının olmadığını söylemek doğru olmaz. Fakat komünizm çöktükten sonra kapitalizmle tanışmanın verdiği bunalım henüz bu ülkelerde atlatılmış değil. 72 yıl sosyalist sistemle yönetildikten sonra yeni sisteme alışmak kolay olmuyor. Bu alışma ve devletleşme süreci tabii ki zaman alacaktır. Bu ülkelerin hemen tamamının başında kurucu olarak, otoriter aileler bulunuyor. Ailenin bireylerinden baba yönetimin başındadır ve onun vefatından sonra da oğul ya da aileye yakın bir isim devletin başına geçer. Dolayısıyla bir süre daha bu kurumsallaşma-devletleşme süreci devam edecek.

Tüm dünyayı etkisi altına global ekonomik kriz nedeniyle özellikle Rus borsası bayağı çalkalandı. Petrol fiyatlarının gerilemesi, zenginliği petrole bağlı olan Rus şirketlerinin değerini oldukça düşürdü. Yabancıların çıkışları ve alımları ise borsayı etkileyen temel değişkendi. Velhasıl bu dönemde sanki biraz aciz kaldılar…

Küreselleşmenin gelişmesiyle birlikte ülkeler az ya da çok birbirine bağımlı hale geldi. Kendi iç dinamikleriniz ne kadar sağlamsa o kadar az bağımlısınızdır. Bu anlamda bu tür dalgalanmalar doğal ve geçicidir. Rusya varlığını güçlendirecektir. Son dönemdeki gelişmeler için soğuk savaş ibaresi kullanılıyor, ben buna katılmıyorum. O dönemdeki soğuk savaş şartları şu an yok. Bu yeni dönemdeki dalgalanmalar, çok kutupluluk döneminin başlangıç sancılarıdır. Şu an ikiden, üçten daha fazla cephe var ve oluşmaya da devam ediyor. 21. yüzyıl Asya çağı olacak demiştim. Yani dengelerin değiştiği bir dönem, kimse elindeki gücü bırakmaz istemez ve bunlar da değişim sancılarıdır. Tabi bütün piyasalarda güven esastır. Siz Amerika’ya ve dünyaya rest çekmişseniz piyasaların bundan ürkmesi doğaldır. Enerji fiyatlarının düşüşlerinden etkilenmeleri de çok doğaldır. Ancak diğer taraftan da uluslararası piyasalara borcu olmaması ya da varsa da hemen kapatabilecek kapasitede bir ekonomiye sahip olması, Rusya’nın olumsuzluklardan çabuk kurtulmasını ve dünya üzerinde büyük bir geleneksel güç olmasını sağlayacaktır ve bundan sonra da hapsedilmiş olduğu alanı sürekli zorlayacaktır.

 

<<>>



En son patlak veren Gürcistan Savaşıyla birlikte ABD-AB ve Rusya arasında ortaya konulan keskin tavırlar sanki bir kutuplaşmanın da habercisi gibiydi. Ve sonrasında diğer ülkelerin reylerini belirtmesi. Rusya, Abhazya ve Güney Osetya’yı tanıdı ve bu anlamda tavrında herhangi bir değişiklik yok. Türkiye ise daha itidalli yaklaştı olaya…

Şu dönem, en büyük güçlerin bile çok dikkatli olması, dikkatli karar alması gereken bir dönem. Siz, Rusya’nın birinci derece güvenlik alanı olan Karadeniz’de, Gürcistan ve Ukrayna’da birtakım devrimlerle yönetimleri değiştirip onları NATO’ya üye yapmaya çalışırsanız, bu, Rusya’nın arka bahçesine değil evine girmek olur; dolayısıyla bu anlamda bir tepki vermesi kaçınılmazdı. Ve Saakaşvili’nin de, kendi ve ülkesi adına basiretsizce Güney Osetya’ya askeri girişimde bulunması, Rusya’nın müdahalesine uluslararası alanda meşruiyet imkanı sundu ve bu ısınan süreç meydana geldi. Bu anlamda Rusya çok fazla sıkıştırıldı. Rusya, bu ülkelerin batı bloğuna dâhil edilmesi çabalarına izin vermeyecektir. Ortadoğu’da birtakım çatışmalar beklenirken süreç Kafkasya’ya kaydı. Gürcistan, Ortadoğu merkezli muhtemel çatışmalar için lojistik üs olarak hazırlanırken bu terse döndü ve planlamalar altüst oldu. Bu anlamda Rusya, batı bloğu ülkelerini de kızdırmış oluyordu.
Türkiye ise çok hassas bir dengede duruyor. Sovyetler döneminde iki ülke arasında çok sınırlı ilişkiler mevcuttu. Ama şimdi Rusya’nın birinci büyük ticari partneriyiz. Dolayısıyla ticaret, enerji gibi alanlarda birbirimize karşı çok büyük bağımlılıklarımız var. Bu durumda Türkiye’nin dengeli bir politika izlemesi gerekiyor. Rusya bu süreçte sınır kapıları v.b. alanları kullanarak psikolojik bir baskı oluşturmaya çalıştı ve uyarıda bulunmak istedi.


Rusya ile olan ilişkilerimizin ticari boyutunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Oradaki pazarı efektif olarak kullanabiliyor muyuz?

Rehavete kapılmaya müsait bir yapımız var. Gelişmiş ülkelerde pazarlar daralırken, özellikle enerji ihraç eden ülkelerde ticaret çok gelişti ve bu ülkelerde iyi paralar kazanan temsilcilerimiz var. Bu her zaman devam etmez. Daha önce biz Avrupa’ya büyük boyutlarda tekstil ihracatı yapıyorduk, ama çok az markamız vardı, genelde fason çalışıyorduk. Neticede Çin ve Hindistan girdikten sonra o pazarların büyük bir kısmını kaybettik. Bu Rusya için de geçerli. Kim ne yapıyorsa marka olmak zorunda, teknolojiye yatırım yapmak zorunda. Bugün Çin’de piyasada tutunabilen ayakta kalan iki kurum var, marka firmalar ve teknolojiye sahip firmalar. Bunun dışındaki kurumlar rekabete ayak uyduramıyorlar. Aynı şartlar Rusya ve diğer bölgeler için de geçerli. İşadamlarımızın sürekli kendilerini geliştirebilmeleri, kendi işleriyle ilgili çok ileriyi görebilecekleri doneleri toplamaları gerekiyor. Tozpembe dönemler geçicidir. Daha önce de Rusya’da yaşanan devalüasyon sonucunda ticaretimiz çok ciddi darbeler almıştı. Dolayısıyla hep markaya, teknolojiye ve kurumsallaşmaya yatırım yapmak gerektiğini düşünüyorum. Dünyadaki yeni konsept ise, firmaları bunalıma sokmadan dengeli bir kriz yönetimi sergilemek. Dünya her gün yeni türbülanslara gebe ve herkes birbirinden etkileniyor.

Türkiye, Rusya ile olan dış ticaret açığını nasıl ve hangi stratejilerle dengeleyebilir?

Rusya’yla aramızda devasa bir ticaret açığımız var. Ticaret hacmi büyüse de genelde bu bizim aleyhimize oluyor. Rusya hiçbir enerji faturasını ertesi gün aynı fiyattan kesmedi. Ve açık sürekli arttı. Bu açığı kapatmak ancak katma değeri yüksek malları satmakla mümkün olacak. Mevcut durumda ise bağımlılığımız daha da artacak. Bütün bunları ortadan kaldıracak olan şey, dengenin sağlıklı bir yerlere taşınmasıdır. Çünkü ancak o zaman muhatabınıza karşı eliniz güçlenmiş olur.

Peki, biz nereye kadar denge politikası izleyeceğiz?


Bunu doğal süreç belirleyecek. Tabi bu arada Türkiye, sürekli denge politikası izleyen, kendi içinde stabil bir yapı olmamak zorunda. Sürekli olarak kendi gelişimini, yakın kuşağından başlamak üzere Kafkaslarda, Afrika’da, Merkez Asya’da, Balkanlarda, Orta Asya’da, Asya’nın diğer bölgelerinde, Güney Amerika’da, yani Batı Avrupa ve Amerika’nın dışındaki bütün diğer alanlarda çokça güçlendirmek mecburiyetindedir. Her zaman belli bir dengede olacaksınız zaten. Türkiye tek başına dünya siyasetine yön verecek bir güç değil. İmparatorluk dönemi geride kaldı. Bu yüzyılın birkaç kutup içerisinde cereyan edeceğini düşünürsek, Türkiye’nin hem iç hem de dış dinamiklerinin, bu dengelerin değişimine paralel olarak oluşan tabloya çok güçlü bir şekilde uyum sağlayacağını umuyorum. Eğer Türkiye bu iç ve dış dinamiklerini düzgün tutmazsa ve kendi içindeki kavgalarla enerjisinin üçte ikisini toprağa vermeye devam ederse yarın o dengeler hızla değiştiğinde, bir başka gücün hegemonyasına girmek zorunda kalabilir. Dolayısıyla Türkiye’nin saygın, etkin bir devlet olarak gücünü devam ettirebilmesi, millet olarak yoluna devam edebilmesi için hem iç dinamiklerinin çok sağlam, hem de dışarıdaki dinamiklerinin çok güçlü olması gerekiyor. Tabi bunu sağlayacak en temel unsurlar da, ekonomi ve kültürdür.

LALEVİ Ekim 2008, Sayı 94, LASİAD (Laleli İş Adamları ve Sanayicileri Derneği) Yayın Organı